10 Kasım 2016 Perşembe

1881'den sonsuza

Her yılın 10 Kasım’ı.
Kulaklarımızda siren sesi, şükranla ben Atatürk genciyim dediğimiz, gözlerimizin minnetle dolu olduğu gün.
Peki gerçekten sahip çıkıyor muyuz?
Farkında mıyız nasıl büyük bir lidere sahip olduğumuzu.
Anlıyor muyuz gerçekten onu?
Onu anlamayanlara inat, hayır biz burdayız diyor muyuz?
11 Kasım’a da Atatürk’ü anlayarak uyanıyor muyuz?

Bunları yazıyorum çünkü gerçekten öylesine farklıyız ki.

9.05te saygı duruşunda durmak bana göre saygının beden bulmuş hali.
Onun için uyanmak, Ata’m seni unutmadım demek.
Yanyana beraber İstiklal Marşı'nı okumak, biz senin ekolün altında Türkiye’yiz demek.
Bunu sadece formaliteden saymak bu düşüncenin emsali olmadığını göstermekten başka bir şey değil.
Çünkü saygı, zihinde olduğu kadar da bedenen de var olmalı.
Neden mi?
Birlik kuvvettir, saygı duymayanların bile biat etmesini sağlar.
Kim durabilir bir topluluğun karşısında?
Kim görmezden gelebilir?
Ama sevdanı, inancını kalbinde yaşarsan, göstermezsen insanlara işte o zaman hakkın kalmaz karşı çıkmaya, sahip çıkmaya.

Keşke bugün 9.05’te üniversitede hayal ettiğim Türk Gençliğine mensup olabilseydim.
Keşke meydan dar gelseydi, öylesine yüksek okusaydık ki istiklal marşını gelmeyenler utansaydı.
Korkma diye başlayan marş, onları korkutsaydı.

Farklıyız derken bundan bahsediyordum.
Ağzımızda Atatürk sevdası peki ya hareketlerimiz?
Hareketlerimiz gerçekten fikirlerimiz kadar güçlü mü?

Amacım Atatürk’ü ilahlaştırmak değil, amacım ideolojisinin hak ettiği değeri alması.

Önce bir düşüneceksin.
Yazıyoruz, çiziyoruz, okuyoruz.
Kimin sayesinde buradasın, kime borçlusun?
O borcu nasıl ödemeliyim, nasıl karşılığını verebilirim?
Sırf bu yüzden olsa bile didineceksin, unutmayacaksın.
Her gün anacaksın, anlayacaksın, anlatacaksın.


Çünkü Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de dediği gibi:
‘Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.’

Işığın, ışığımız.
Saygıyla ve özlemle anıyoruz.